Yazı ve Fotograflar ; Tahsin CEYLAN
“Tanrılaştırılmış Herakles’i betimleyen bir heykel, Fenike’deki Tros kentinden bir sal üzerinde denize bırakılmış. Sal, lonia kıyılarına yaklaşmış ve Khios(Sakız) Adası ile Erythrai’nin tam ortasındaki Mesate Burnu’nda(Topburnu) karaya vurmuş. Hem Khios’lular hem de Erythrai’liler heykeli kendi kentlerine getirmek için ellerinden geleni yapmışlar, ancak heykeli yerinden kıpırdatamamışlar. Bunun üzerine Erytrai’li kör bir balıkçı, kadınların saçlarını kesmelerini ve bu saçlardan erkeklerin yapacakları bir halatla heykelin çıkarılabilecegini söylediyse de soylu kadınlar buna inanmamış. Ve sonunda Thrak asıllı köle kadınların saçlarından yapılan halatla Erytrai’liler heykele sahip olmuşlar. Kör balıkçının gözleri açılmış.Herakles heykeli için kentte kutsal bir yer yapılmış ve Thrak kadınlarının dışındakilerin girmesi yasaklanmış.”
Tunç Çağı’na ait Erythrai kenti, Çeşme’nin 22 km kuzeydoğusunda yeralmaktadır. Erythrai Eski Yunanca’da kırmızı ya da kırmızı kent anlamına gelen ve bu sözcügün türevi olan Erythros’tan adını almaktadır. Mitolojik efsane o döneme ait bir alıntı.
Bu sayımızda Antik kentin sualtı yaşamını bir kesitle de olsa görüntülemek üzere Çeşme’deyiz. Akıntılı berrak suları ve kesintisiz esen rüzgarı ile ünlü bu kentimizin sualtı yaşamı biz sualtı fotoğrafçılarının hep ilgi odağı olmuştur. Bölgede faaliyet gösteren Koçluoğlu Dıvıng Center ile görüşmelerimizin akabinde mavi sullardan bir kare daha alabilmenin heyecanı ile Çeşme’ye hareket ettik. Dalış Merkezi Yöneticisi Cem Görgül; hedeflerini, hobilerini,ticari anlayışını dahil olmak üzere tüm yaşamsal devinimlerini sualtı ile birleştirebilmiş bir sualtıadamı. Hobilerin zorunlu yaşamsal gereksinimlere katkı sağlayabilen bir oluşum yaratabilmesi kişisel olarak benim’de hep hayalim olmuştur. Hayaller gelişimimize pozitif katkı sağlamakla birlikte onlara ulaşamadığımız anlar da çok olmuştur. Cem’in dalış merkezinin hemen kıyısını tam bir sualtı kültür parkına çevirmiş olmasını taktirle ve hayranlıkla gözlemledik. Deniz’e ait olmayan hiç maddeye rastlamak mümkün degil. Ne bir sigara izmariti ne de bir plastik bardak. Papaz balıkları (Chromis chromis),lapin (Labrus viridis), salpa (Sarpa salpa),tekir( Mullus surmuletus) ve karagözler (Diplodus vulgaris) güvenli bir yaşam alanında sizlerden uzak durmak yerine dostça davranıyorlar. Hareketlerimizi yakından izleyen lapin ve karagözler dipte yaratacağınız en ufak bir sürtünmede hemen besin bulabilme umuduyla yanınıza ulaşıyorlar.
Bölgenin bütün sualtıcılarca en gözde dalış noktası olarak gösterilen; Yatak Odası İsimsiz Adanın güneyinde yeralan ve içieçe kemer ve mağara grubundan oluşan bölgeye verilen bir isim. Mağaranın beyaz kumlarla örtülü dip yapısı nedeniyle bu yakıştırma yapılmış.
Mağaranın hemen girişinde ise bir kemer mevcut. İçeriden ışık huzmelerini gözlemlemek ve görüntülemek büyüleyici bir güzellik. Cem’in ilk modellik denemesi de oldukça başarılıydı. Ortak çalışmalarla bu alandaki birliktenligi geliştirme kararlılığındayız. Sualtı Fotoğrafçılığı’na yeni başlayan Akın ise Sea& Sea MX-10 camera’sına 20 mm Wide Conversion Lens ile Close-up lens ilave ederek, ilk görüntüleriyle bu alanda ilerlemeye kararlı görünüyor.
Dalışımızı kendisi de balıkadam olan Kasım Kaptan’nın Popcorn teknesiyle yapıyoruz. Dalış sonrası sıcak kahve ikramı bile mevcut. Dönüş yolculuğumuzda ise hem tatlı hem de acı iki sürpriz yaşamak zorunda kaldık. Yüzeyde seyreden bir deniz kaplumbağasına yaklaşmaya başladığımızda teknedeki herkesin ortak görüşü “şimdi dalmaya başlar, yakından göremeyiz ” yönündeydi. Ancak denizlerin bu sevimli ve güçlü canlısı 170 HP lik teknemizle dişe diş mücadele etmeyi tercih etti. İlk gün dalış sonrası dönüşümüzde ise maalesef hiç bir zaman göermeyi arzulamadığımız bir görüntü bizleri bekliyordu.
Sanırım avlanmak için balıkçı ağlarına giren ve ağlara takıldıktan sonra balıkçılar tarafından hunharca katledilen sevimli bir yunusun darbeli bedeni sarılı ağ parçalarıyla birlikte su yüzeyindeydi. Ülkemizde nadiren görülen denizlerin bu sevimli canlısını yine kendimiz katlediyoruz.
Aç kaldığı için balıkçı ağlarından beslenmeye çalışan bu sevimli canlıyı katletmeyi hiç bir açıklama mazur gösteremez. Geçmişimizde varolan birçok canlı gibi, Yunus’uda gelecekte sadece karpostallarda çocuklarımız görebilecekler. Çünkü doğadaki tek egemen güç olarak insanoğlunu gören mantık, “bugünden sonrası tufan” anlayışıyla yarınımıza taşıyabilecegimiz bir deger bırakmıyacaktır. Sualtında Yunus görüntüleyebilmek için Kızıldeniz’e, Pasifik Okyanusu’na hatta Atlantik’e gidiyoruz. Ama bize metrelerce uzaklıktakini ise 3-5 balık uğruna katlediyoruz.Doğada bir yaşam sürdürmenin bizim kadar onların da hakkı olduğunu anlamak istemiyoruz.
Anlayan ve duyarlı davranan kişi sayısı da maalesef çok az. Denizel hayata o kadar yabacı bir toplumuz ki, denizanasını zıpkınla vurmayı bile yapabiliyoruz. Yine kıyıya vuran bir denizanasını taşlayabiliyoruz.
Doğada varlığını sürdüren tüm canlılar arasında simbiyotik bir yaşam sözkonusudur. Denizel hayat ile insanoğlu gibi. Ortak paylaşımın belki adil olmasını düşünemeyiz ama, egemenlik anlayışının hunharca bir katliama dönüşmesi de asla kabul edilemez.
Sessiz dünyanın sakinlerine daha duyarlı bakabilme yetimizi mutlaka geliştirmeliyiz.
Güzel bir fotoğraf karesinin bizleri nasıl heyecanlandırdığını unutmayalım. Mavi sullara kabarcık bıraktık, görüntü aldık. Dilerimki bu görüntüler bugünü yarına bağlayan köprüde sualtı kültürel varlığımızı ifade edebilen bir kayıt olabilme özelligi taşır.
Sağlıklı dalışlar dileklerimle...