Articles

   Back

KIYIYA SIKIŞMIŞ YAŞAMLAR

Kıyıya Sıkışmış Yaşamlar

Yazı ve Fotoğraflar. Tahsin Ceylan

Öyle bir gecede olup bitmedi herşey. Bir zamanlar orta Avrupa’nın düzlüklerinden Aral Denizi’ne kadar uzanan Sarmat Denizi bir gece içinde yok olmadı. Yerkürenin jeolojik saatinde ince ince ayarlanmıştı, büyük değişimin tüm küçük süreçleri. Hemen hemen son buzul çağının sonlarıydı. Binlerce yıl boyunca kıyılardan kilometrelerce uzağa çekilmiş olan okyanuslar, kaybettikleri toprakları geri almak üzere buzullarla işbirliği yapmışlardı. Hızla eriyen buzulların etkisiyle kabaran okyanuslar, karaları kendilerine boyun eğmeye zorluyorlardı. Başlangıçta cılız birer nehir olan Çanakkale ve İstanbul boğazları, bu muazzam baskı karşısında en son direnişlerini yapıyorlardı. Boğaziçi’ni Sarmat Denizi’nden ayıran dev kaya engeli okyanusların baskısına direnmekte giderek daha fazla zorlanıyordu.

Önce yavaş yavaş, sonra hızla çöktü boğaz duvarı. Bir tatlı su denizi olan Sarmat havzası, tuzlu denizin acı tadıyla tanıştı. Göl koşullarında yaşamaya alışkın yüzlerce Sarmatik canlı türü yaşamla ölüm arasında kalakalmışlardı. Kaçabilenler akarsulara sığınarak hayatta kalmayı başardılar. Okyanusun baskınından kaçamayanlarsa, Sarmatik havzanın derinliklerinde çürüyerek burayı yaşamdan yoksun karanlık bir çukura dönüştürdüler. Hidrojen sülfürle zehirlenen yaşama yasaklı karanlıklar yeni bir denize adını verdiler. Karadeniz derin sularında yaşama geçit vermese de, dar kıyılarında yeni yaşam vahaları yaratmakta gecikmedi. Kıyıya sıkışan yaşamlar yepyeni bir ekosistemin doğuşuna şahitlik etmekteydiler.

“Aldırma gönül” dense de, aldıran gönülle ve gelinlerin büyülü dansları eşliginde Karadenizin derinliklerindeydik Sinop’ta. Yakamozlar, sevdaya hasret yüreklere kıyıya vuran dalgaların muhteşem akustizminin eşliginde sarmal şovlarını sundular. Zamana dokunduklarını hissettiler deklanşöre her uzanışlarında.
Bugünkü dokusuyla Karadeniz; İstanbul Boğazı ile Marmara Denizi’ne, Kerç Boğazı ile Azak Denizi’ne bağlanmış durumdadır. Bir zamanlar Hazar Denizi’yle de bağlantılı olan Karadeniz, bazı tektonik hareketlerle bu denizden ayrılmıştır. Günümüzde, Akdeniz’e bağlı bir iç deniz olup, en uç nokta olarak kabul edilmektedir. Ortalama derinliği 1200 metre olup, en derin yeri orta kısmında 2245 metre olarak bulunmuştur.
Karadeniz’in kıta sahanlığı, Türkiye ve Kırım kıyılarında çok dar olduğu halde (sadece birkaç bölgede 30 km) diğer bölgelerde yani Bulgaristan, Romanya ve Azak Denizi’nde 40 km’yi geçer ve bu sahaların derinliği genel olarak 100 metreyi geçmez.
Karadeniz sularında sıcaklığın mevsimsel ve bölgesel farkları oldukça belirgindir. Örneğin; kış mevsiminde yüzey suları sıcaklığı Türkiye sahillerinde 7oC civarında iken, Rusya sahillerinde 1oC’ye düşer. Ortalama mevsimsel değişimler ise 7-26oC arasındadır. Karadeniz’de sıcaklık derinliğe bağlı olarak hızla düşer. Yüzey sularında ortalama 16oC iken, 40-70 metrelerde 7oC’ye düşmekte ve bundan sonra da aşağı yukarı sabit kalmaktadır.
Karadeniz’de tuzluluk genelde düşük olup, orta bölgelerinde %0.18 ile en yüksek seviyesine ulaşır. Ancak sahile doğru özellikle akarsuların döküldüğü bölgelerde tuzluluk azalır. Örneğin Yeşilırmak ve Kızılırmak nehirlerinin boşaldığı bölgelerde tuzluluk %0.15 civarındadır. Karadeniz’de tuzluluğun derinlere bağlı değişimleri de oldukça önemlidir. Düşük tuzluluğa sahip yüzey sularının ( %0.18 ) kalınlığı 75 metre kadardır. Bunu takiben 100 metrede %0.19-0.20, 500 metrede %0.22 ve 1000 metrede %0.23 değerine ulaşır.

Karadeniz’in yüzey sularında çözünmüş halde bulunan yıllık ortalama O2 miktarı 6-7.5 ppm (mg/lt) arasında değişmektedir. Aslında Karadeniz, O2’nin ve dikey sirkülasyonunun olmadığı en büyük deniz sistemidir. 100-150 metre derinlikler arasında O2 aniden ortadan kalkmaya başlar. 150 metreden sonra ise yer yer O2 miktarı sıfıra düşer. Buna karşılık H2S (hidrojen sülfür) miktarı artmaya başlar. Deniz tabanına inen ölü organizma ve bitki materyallerinin bazı mikroorganizmalar tarafından parçalanması sonucu O2’nin tamamı tüketilir. O2’siz ortamda da başka mikroorganizmalar, sözü edilen parçalanmayı sülfatı (SO4) kullanarak gerçekleştirirler. Sonuçta toksik H2S oluşur ve 100-150 m’nin altında birikir.
Karadeniz, Türkiye denizleri arasında besleyici elementler yönünden en zengin deniz durumundadır. Hatta Atlantik Okyanusundan bile daha zengindir. Zira bu denize yağmurlarla ve akarsularla yüksek oranda besleyici element taşınmaktadır.
Karadeniz yüzey akıntıları tüm Karadeniz sahillerini dolaşan büyük bir akıntı sistemi ile, bu akıntı sistemine bağlı olarak elips şeklinde hareket ederek Karadeniz’in merkezi bölgelerini etkileyen akıntılar olmak üzere iki ayrı akıntı sisteminden oluşmaktadır.
Karadeniz’deki gel-git (med-cezir) hareketleri 5-10 cm civarındadır. Bu nedenle Karadeniz’de gel-git bulunmadığı kabul edilir.
Bugünkü Karadeniz faunası orijin bakımından üç ana gruba ayrılır. Bunlar:
1. Sarmatik formlar (Huso huso, Acipenser nudiventris, Acipenser güldenstaedti gibi Mersin balığı türleri)
2. Tropikal – Subtropikal formlar (Akdeniz ve Atlanto Mediteran)
3. Yarı geçiciler
Sıcaklık ve tuzluluğun düşük olması yanında Karadeniz’de 150-200 metreden sonra H2S’in bulunması nedeniyle bazı formların Karadeniz’e geçişleri kısıtlanmıştır. Bu yüzden Karadeniz, diğer denizlerimize nazaran daha fakirdir. Toplam hayvansal türler açısından değerlendirildiğinde, Karadeniz Akdeniz’e nazaran yaklaşık üç kat daha az tür barındırır. Örneğin, Karadeniz’de bugüne kadar 800 civarında bentik omurgasız hayvan türünün varlığı ortaya konabilmiştir, oysa bu sayı Ege Denizi için 2600 türün üzerindedir.

Karadeniz balık faunasının %75’i Akdeniz kökenlidir. Bu balıkların bir kısmı devamlı Karadeniz’de kalmakta, bir kısmı ise beslenme ve üreme amacıyla Akdeniz ile Karadeniz arasında göç yapmaktadır. Devamlı kalanlara örnek olarak şu türler verilebilir;
-Mesogobius batrachocephalus (Kaya balığı)
-Neogobius melanostomus (Benekli kaya balığı)
-Mullus barbatus (Barbun)
-Merluccius merluccius (Bakalyaro)
-Squalus acanthias (Mahmuzlu camgöz)

Göç eden türlere örnek olarak;
-Xiphias gladius (Kılıç balığı)
-Pomatomus saltatrix (Lüfer)
-Scomber scomber (Uskumru)
-Sarda sarda (Palamut) verilebilir.

Son 50 yıldır Karadeniz’de meydana gelen ciddi ekolojik değişimler, pollusyon baskısı ve aşırı avcılık nedeniyle, pek çok balık türünün stokları belirgin şekilde azalmış durumdadır. 1950’li yıllarda sıklıkla rastlanan kılıçbalıkları, artık Karadeniz ekosisteminin en kırılgan balıkları arasında yer almaktadır.
Balıkların yanı sıra, sıcaklık ve tuzluluğun en uygun koşullarda bulunması nedeni ile midye (Mytilus galloprovincialis) ve salyangozlar (Rapana venosa) gibi yumuşakçalara da sadece Karadeniz’de yoğun olarak rastlanmaktadır. Yapılan çalışmalarda midye stoklarının en geniş olarak Sinop ve Samsun civarlarında bulunduğuna değinilmiştir. Buralarda bilhassa 30-50 metrelerde daha zengin stokları gözlemek mümkündür. Muhtemelen midyeye en uygun ekolojik koşullar da bu derinliklerde yer almaktadır.

Saklanan Güzellik: FİLYOS

Objektifimizi bu kez yemyeşil bitki örtüsü içinde gözlerden uzak saklı bir güzellige çeviriyoruz. Filyos….
Tieium adlı bir Yunan kolonisi iken Roma çağında yanından akan Villayos (Filyos) nehrinin ismine atfen mitolojik adı Villayos olan bu şirin belde günümüze Filyos olarak geçmiştir.Bir kalesi ve yokolma sınırındaki bir kaç arkeolojik buluntudan öte amacımız sualtı fauna ve florası ile Karadeniz’in bu emsalsiz kıyı şeridiyle ünlü beldesini tanıtmak. Ankara’ya maksimum üç saat mesafede olan Filyos’a bizi götüren neden ise artık o bölgede görev yapan eğitmen arkadaşımız Sevgili Ayhan ve Semra olmuşlardır. Zafer’le yolculuğumuzun akabinde Filyos’ta Ahmet Kaptan yönetiminde ve Muammer’in rehberliğinde Akgünler balıkçı teknesiyle bölgedeki balıkçıların ve rapana avcılarının referans verdigi noktalara dalışlara başlıyoruz. İlk dalış noktamız Sandıkkale mevkiinde yeralan Rusya Bandırallı bir batık kuru yük gemisi. 1915 yılında dümen arızasıyla fırtına tarafından kıyıya sürüklenen ve karaya outran buğday yüklü olduğu belirtilen gemiden artta kalan sadece yokolmaya yüztutmuş saç parçaları, ancak gerek balık türleri ve gerekse kabuklular için tam bir saklanma ve barınma alanı. Mendireğin paralelinde bulunan iskele ve dip kalıntılarının olduğu bölge ise günün ikinci dalış noktasını oluşturdu bize. Ancak dipte yeralan kalıntıların bir mayın çarpması sonucu oluştuğunu dalışımızdan sonra ögreniyoruz. Kale dibinde yaptığımız dalışlarda ise Deniz Marulları (Ulva lactuca) arasına gizlenmiş, yengeçler ve deniz iğnesi kadrajımıza görüntüleniyorlar. Gece dalışını da iskele ayaklarına yaparak gündüz görüntüleyemediğimiz Karadeniz’in ünlü barbunlarını, ışıklarından kaçarak kuma saklanan karidesleri ve yengeçleri görüntüleyebilme şansını yakalıyorum.
Bölgede herhangi bir dalış okulu bulunmamaktadır. Rapana avcıları ise nargile sistemle dalış yapmaktadırlar. Ancak Ankara’dan günübirlik gidip dalış yapıp dönebilmek mümkün.

Saklanan güzelliği görebilmeniz dileğiyle…



Kaynakça

http://blacksea-commission.org/main.htm
http://www.iasonnet.gr/abstracts/zenetos.html
Zaitsev, Yu. and Mamaev, V.O., 1997. Biological diversity in the Black Sea: A study of change and decline, Black Sea Environmental Series, Vol. 3, United Nations Publishing, New York, 208 p.