Articles

   Back

KIZIL DERİNLİKLERDEKİ YAŞAM

Dosyalar:

SG-Dergi1-Kizil_derinlikler.pdf


Yazı ve Fotoğraflar. Tahsin Ceylan



Yerkürede birbirlerini etkilemeyen, birbirlerini yaşamla beslemeyen neredeyse hiçbir deniz yok gibi. Daracık su koridorları, bazen doğal yollarla, bazen insan eliyle açılıyor; iki yabancı su dünyası arasında bir geçit oluşuyor. Karşılıklı bir yaşam akışı önceleri yavaş, ama sonra giderek ivmesi artan bir hızla, iki yönde akmaya başlıyor. Süveyş Kanalı’nın 1800’lerin sonunda açılmasıyla benzeri bir göç, Akdeniz’le Kızıldeniz arasında da başladı ve hala devam ediyor. Kızıldeniz’in tropikal dünyası 200 yıldan daha uzun süredir Akdeniz’e karışıyor. Akdeniz hızla tropikalleşirken, birbirlerinden giderek uzaklaşan Afrika ve Arap Yarımadası arasında yeni bir okyanus oluşmaya devam ediyor. Bugün daracık bir su dünyası olan Kızıldeniz, geleceğin okyanusu olmaya hazırlanıyor. Ama, o, bugün bile okyanusları kıskandıracak zenginlikte bir canlılar alemini barındırıyor, kızıl derinliklerinde!
M.Ö.13.yy’da Mısır topraklarını yöneten Sesostris (II.Ramses) tarihin en eski kanalını Arsinoe’de (bugünkü Süveyş) inşa ettirmişti ve bu girişimin arkasında yatan ütopya, gemileri Nil nehri vasıtasıyla Akdeniz’e ulaştırabilmekti. Bu kanal dar olmasına karşın iki kadırga’nın aynı anda yan yana seyahat edebilmesine imkan ediyordu ve gemiler dört günlük bir yolun ardından Akdeniz’e varabiliyordu. Yüzyıllarca Mısır’lı tüccarlara hizmet veren bu kanal, M.S.8.yy’da politik nedenlerle Araplar tarafından kapatıldı. Bu tarihten sonra pek çok girişimci Kızıldeniz ile Akdeniz’i birleştirecek bir kanalın inşa edilmesi için planlar hazırladılar. Bunların arasında Alman filozof Leibniz, Goethe ve Napoleon Bonaparte gibi tarihe damgalarını vurmuş pek çok ünlü şahıs dahi yerlerini aldılar. Ancak, iki deniz arasında bir seviye farklılığının bulunduğunu hesaplayan zamanın mühendisleri, muhtemel su baskınlarından ve Nil nehri taşkınlarından öylesine korkmuşlardı ki kanal fikrini zihinlerine hapsetmişlerdi.
Bütün bu korkulara meydan okuyan Fransız diplomat ve mühendis Ferdinand Marie de Lesseps, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu Muhammed Sait Paşa’nın da olağanüstü yardımlarıyla, yaklaşık on yıllık bir sürede Kızıldeniz’i Akdeniz’e bağlayan Süveyş Kanalı’nın inşasını 1869 yılında tamamladı. Kısa bir süre içerisinde 19.yy aydınlarının ve bilim adamlarının akın ettiği Süveyş Kanalı, uluslararası bir “kültür-bilim merkezine” dönüştü. Bu entelektüel göçü, aslında Kanal öncesi ve sonrası değişimlerin gözlemlenebilmesi adına son derece önemli bir gelişmeydi. Zira, birbirinden farklı zoocoğrafik yapıya sahip iki deniz olan tropikal Kızıldeniz ile subtropikal Akdeniz’in birleşmesi bazı bilim adamlarının ilgisini daha Kanal inşaatı başladığında çekmişti.
Ne Ferdinand de Lesseps, ne de çalışma arkadaşları, kanal projesini hazırlarlarken iki denizin birleşmesinden doğacak biyolojik sorunları önceden tahmin edememişlerdi. Ancak tahmin edilemeyen gerçekleşmiş ve Tilier adlı araştırmacı 1902 yılında yaptığı bir çalışmada ilk defa Kızıldeniz kökenli bir balık türünü (Atherinomorus lacunosus) Akdeniz’de İskenderiye açıklarında ele geçirmişti. Diğer bazı araştırmacılar ise Kızıldeniz’de yaşayan birkaç yengeç ve yumuşakça türünü Port Said açıklarında gözlemlemişlerdi. İnsan yapısı bir kanal, artık geri döndürülmesi mümkün olmayan bir göçe neden olmuş ve pek çok Kızıldeniz türü Akdeniz’i istila etmeye başlamıştı. İsrailli deniz bilimci Francis Dov Por kanalın yapımcısına atfen “Lessepsian göç” terimini 1969 yılında dünyaya tanıtana dek bu göç olgusu uzun yıllar ortak bir isimle anılmamıştı. Por’un deyimiyle Lessepsian göç, “okyanus ve denizlerin şahit olabileceği en önemli biyocoğrafik fenomen” di.


Lessepsian göçü ortaya konan paranın oldukça yüksek, fakat kazanma şansının son derece düşük olduğu çevresel bir rulet oyununa benzetmek de mümkündür. Buna rağmen kanalın açılmasından bu yana geçen yaklaşık 140 yıllık sürede 500’e yakın organizma Akdeniz’e ulaşarak bu farklı ekosistemde başarılı koloniler oluşturdu.
Kızıldeniz’in seviyesi Akdeniz’e göre 1.2 metre daha yüksek. Bu nedenle Süveyş Kanalı üzerinde Kızıldeniz’den Akdeniz’e doğru sürekli bir akış var.
Ekonomik olarak Akdeniz’lileri ve doğal olarak da bizi yakından ilgilendiren ve de ileriki yaşamlarımızda Akdeniz’de karşılaşma ihtimalimiz olan türleri görüntüleyebilmek için Kızıl derinliklerdeyiz.
Denizin ruhuna uzanan yolculuğumuzda rotamız Sina Yarımadasının güney uç noktalarından Sharm el-Sheikh(Şeyhin sakalı anlamına geliyor).Yerleşim birimi, Sharm El Maya ve Na’ama adlı iki koydan oluşuyor. Kaptan Jacques-Yves Cousteau’nun “sessiz dünya” belgeselleriyle tanımaya başladığımız bölgelerin başında gelen bir turizm merkezi. Her gün yaklaşık olarak 4000 civarında dalıcının Mısır’a ait Kızıldeniz kıyılarında dalış yaptığı ve bu sayının da sürekli artış gösterdiği ifade edilmektedir. Artışın nedeni ise, bilindiği üzere Kızıldeniz, 2350 km. uzunluğuyla Dünyanın en duru su yapısına sahip. Vizibilitenin hemen hemen her mevsim kabul edilebilir görüntü oluşturması sualtı fotoğrafçıları için de cazibe noktası olmasına kaynak teşkil etmektedir. Bab-ül Mendep Boğazı’yla Hint Okyanusu’na, Süveyş Kanalı’yla da Akdeniz’e bağlanan Kızıldeniz’de omurgasızlar ve alg’ler dışında 1200 tür balığın yaşadığı ve yaklaşık 600 tür’ün endemik olduğu belirtilmektedir. Yıl boyu 20ºC’nin altına düşmeyen üremeye elverişli su sıcaklığı, binde 40 oranındaki tuzluluk ve diplerdeki magma’nın neden olduğu (bitkisel planktonlara besin kaynağı olmaları) yoğun besleyici elementler biyo çeşitliliğin sürekli artmasına neden olmaktadır.
Dalış noktaları açısından oldukça zengin bir menüye sahiptir Sharm el-Sheikh. Akabe Körfezi’nin girişinde yer alan Tiran Adası ilk dalış noktalarımızı oluşturuyor. Jakson, Laguna,Thomas ve Gordon Resifleri bölgenin tür çeşitliliği açısından en çok tercih edilen noktaları. Denizel yaşam ve dalıcıların dikkat etmeleri gerekli kurallar ise her dalış öncesi rehberimiz Suzuki tarafından anlatılıyor. Bazı günler beş olmakla beraber gece dalışı dahil ortalama günde dört dalış gerçekleştiriyoruz. Arta kalan zamanda ise sonraki günün erken dalışına hazırlık, kaydedilenleri izleme ve yorumlama ve de devamında kısa bir uyku. Tiran Adası devamındaki dalış noktalarımız yoğun olarak, doğanın muhteşem akvaryumu olarak da tanımlayabileceğimiz Ras Muhammed Deniz Parkı’nda yer alıyorlar. Burası bölgedeki akıntıların kesişme noktası olması nedeniyle tür çeşitliliği daha da fazla. Girişi ayrı bir ücrete tabi olan park, bölgenin yoğun koruma altındaki en önemli noktası. Taşlı mercanların yanı sıra yumuşak mercanları’nda büyük populasyonlar oluşturduğu bu bölgedeki dalış noktalarında rehberimizden talebimize bağlı olarak aynı yerlere birden fazla dalış yapabilme imkanını sağlıyoruz. Dünyanın sayılı dalış noktaları arasında gösterilen Park toplam dalışlarımızın neredeyse yarısına ev sahipliği yapıyor. Yaptığım dört gece dalışından sadece birinde ve bir birey olarak görüntüleyebiliyorum bir beyaz sokar’ı (Siganus rivulatus). Yine külah balığı (Fistularia commersonii) çok nadir görebildiğim canlılar arasında yer aldılar. Oysa ki aynı gece dalışını Kaş Limanı’nda yapmış olsaydım her iki türün de yüzlercesine rastlayabilirdim. Kızıldeniz göçmeni bu türlerin Akdeniz’de daha büyük populasyonlar oluşturduğu dar kadrajlı olarak söylemek mümkün. Ancak bu konudaki yorumu bilim adamlarına bırakmak sanırım en doğrusu.
Sha’ab Ali bölgesi bizlere cömertçe sunduğu denizel yaşamla yüreğimizde alkışlar kopartıyor. Uç noktalarında yer alan ünlü Thistlegorm Batığı, Sharm el-Sheikh batıkları denince ilk akla gelen noktadır. İlk dalışımızı badim Zeynep ve Bedri Ağa ile birlikte buraya yapıyoruz. 6 Ekim 1941 de Girit’ten kalkan Alman uçakları tarafından batırılan gemi 1956'da keşfedilmiş ve ilk dalışı gerçeklendiren Jacques Costeau ile Calypso ekibi olmuştur. Rehberimizin verdiği bilgilere göre Alman uçaklarının aslında Mary Queen adlı İngiliz gemisini batırdıklarını varsayarak Thistlegorm’u bombaladıklarını ifade etmiştir. Otuz iki metre derinlikte yatan, 130 metre uzunluğunda, 18 metre genişliğindeki gemi 1940'ın nisan ayında yapılmış. İkinci Dünya Savaşı'nda İngiliz askeri malzemelerini Güney Afrika'ya ulaştırmak üzere yola çıkmıştır. Afrika kıyılarında gerçekleştirdiği son yolculuğu ise yalnızca dördüncü seferi. Kırk dokuz kişilik mürettebatından dokuzunu yüksek rütbeli İngiliz askerlerinin oluşturduğu Thistlegorm, son yolcuğu için Haziran 1941'de Glasgow'dan demir alarak İskenderiye'ye ulaşır. Süveyş Kanalı'nı geçip güvenli bir barınakta demirliyken, Girit'ten kalkan Alman uçakları Thistlegorm’u 6 Ekim 1941, saat 01:30'da sulara gömerler. Bir savaş gemisi batığı olmasının yanı sıra milli parktaki korunaklı yerleşimi ile özgün bir sualtı müzesi de denebilir Thistlegorm için. Hatta bir müzede bulabileceğinizden fazlasını görebiliyorsunuz. Askeri kargo gemisi olmasından ötürü, yükünün çoğunu askeri malzemeler ve araçlar oluşturuyor. Tanklar, torpidolar, cipler, tüfekler, çöl koşullarına uygun BSA ve Norton marka motosikletler, üniformalar... Yani bir ordunun ihtiyaç duyacağı tüm malzemelerle dolu bir gemi. En ilginci, batığın her iki yanına savrulmuş olarak duran lokomotifler. Sualtında bir lokomotif görmek Thistlegorm'un sunduğu bir ayrıcalık. Ters dönmüş tankların görünümü de Thistlegorm'un muhteşem atmosferine renk katıyor. Sahip olduğu kargonun görsel zenginliğinin yanı sıra canlı populasyonu ile de görülmeye değer. Uçaksavarların üzerinde oluşan mercanlar, batığın farklı yerlerinde yuva yapmış çeşit çeşit boylardaki rengârenk balıklar Thistlegorm'un zenginlikleri. Sıklıkla görülen timsah, papağan balıkları yanı sıra orfozlar, melek balıkları da batık çevresinde rastlayabileceğiniz canlılar. Tüm bu mercanları, balıkları ve kargoyu görmek için birden fazla dalışı buraya ayırmak lazım. İki dalışla bitmeyecek kadar büyük boyutlardaki 9 bin tonluk bu batığın iç kısımlarında yer alan ve kamyonların, motosikletlerin bulunduğu bölmelere girmek için hem yeterli deneyime sahip olmak, hem de birtakım teknik ayrıntıları atlamamak gerekli; kılavuz ipi, yedek fener kullanmak gibi. Ben kılavuz ipi yerine rehberimiz Suzuki ve Fatih ile birlikte alt ambarlara doğru süzülüyorum. İlk karşıma çıkan ise korunaklı bir bölgede dinlenmekte olan deniz kaplumbağası. Video ışıklarımdan rahatsız olmaması için yanından hızla uzaklaşarak alt ambarlara doğru iniyoruz. Askeri zırhlı araçların tekerlek çapları tam rehberimin boyunda kadrajıma giriyor. İnanılması güç, bir dönemin sessiz tanıkları şimdi tarihe düşülen bir dipnot gibi karşımızdalar.
Denizde yaşarken, günlerden ve zamandan tamamen uzaklaşıyorsunuz. Ve yine bir sabahın alacakaranlığında dalışa hazırlanırken ruhumuzda oluşan coşku, birkaç dakika sonra bizi soluksuz bırakacak anlar yaşayacağımızın habercisi gibiydi. Hisleriniz önceldir, kulağınıza sesizce fısıldarlar suya atlamanız gereken yeri ve zamanı. Ve doğal ortamında Yunuslarla buluşmamıza olanak sağlıyor bizi sarmalayan denizin ruhu... Son anda yanıma almaya karar verdiğim video kameram suya atlamamızla başladığı kaydını neredeyse dalış süresince sürdürüyor. 15-20 kadar her biri asgari 3 metre boyundaki yunuslarla tüm dalış grubu olarak unutulmazları kazıdık yüreğimize.Gel de haykırma…Her şey mavi suların ruhunda süzülen düşler gibiydi.
Denizciler için güvenlik demektir, umut demektir deniz fenerleri. Biz de umut dolu turumuza “Deniz Feneri” organizasyonu Zeynep ve Bülent’in özverili çabalarıyla başlıyoruz. Hacim olarak büyük ve oldukça ağır olan video kamera ve fotoğraf ekipmanlarımın transferindeki katkılarından dolayı tüm ekip arkadaşlarıma gösterdikleri sabırdan dolayı buradan teşekkür etmek isterim.
Kızıl derinliklerdeki maviyi geride bırakırken, deklanşöre uzanarak ya da gözlerinizde kaydettiğiniz her görüntüde sevdiklerinizin de buraları görmeleri gerektiğini hatırlıyorsunuz bir kez daha. Ruhumuzdaki bu özlem-hüzün haykırışı, kaydedilip taşınması gereken görüntüleri önünüze sıralıyor. Nazım’ın anlatımıyla;

Ruhum ne ondan önce vardı, ne ondan ayrı bir sırrın kemâlidir,
ruhum onun, o dışımdaki âlemin bende akseden hayâlidir.
Ve aslından en uzak ve aslına en yakın hayâl
bana ışığı vuran yârimin cemâlidir...

Denizin ruhuna; yüreğimde çok istediklerimin pratikte bana yaşatılmasından dolayı bir kez daha minnettarlık duyuyorum. Selam Olsun...

Mavide kalın…


Kaynaklar;

- http://www.buyukforumportal.com/archive/index.php/t-12146.html
- http://www.ciesm.org/online/atlas/index.htm
- Bilecenoglu, M., Pulat, İ. (1997): Kazanma şansının düşük olduğu bir kumar-Lessepsian göç. Sualtı Dünyası, 17: 8-12.