Dosyalar:
sgk_yenii_Bir_zamanlar_sungerciydik.pdf
Yazı ve Fotoğraflar: Tahsin CEYLAN
“Hiçbir çile sünger avcılarınkinden daha korkunç,
hiç bir çaba onlarınkinden daha zor değildir”
İ.S III. yüzyılda yaşamış ünlü tarihçi Oppianus bu sözleri Güney Ege Denizi dalgıç ve denizcileri için söylemiştir. İnsanoğlunun süngeri aslında İsa’dan binlerce yıl once Ege kıyılarında ya da Akdeniz’de bulduğuna inanılır. Herhalde ilk keşfedilen sünger, dalgalarla kıyıya ulaşandır. Sünger’in yararını gören insanoğlu onun peşine düşüp, bulunduğu yere yani denizin altına ulaşmakta gecikmemiştir. O yıllarda sünger, Ege’de, Akdeniz’de hatta Marmara’da bile çıkarmış. Ancak Ege ve Akdeniz süngeri en makbüluymüş. Yunanlılardan ögrendiğimiz süngerciliğe once “gangava” (dipte ağ çekerek) ile başlamışız, sonrasında “skafandar” (dalgıç gemilerine verilen ad) ile devam etmişiz. Bir dalgıç her gün ortalama üç defa dalarmış süngere, derken “Hamız’ı karbon tesemmümü” yani kanda karbondioksit birikmesi yani süngerci diliyle vurgun’la tanışmışız. Her yıl 3-4 kişi kaybeder olmuşuz, çok ta sakatlanma. Aksona (dipte durak yapma) yapmayı ögrenmişiz, ölümlerimiz, kazalarımız azalmış, İsmet Paşa zamanında sünger ihracatından taktirnameler almışız. Süngercilere finansal destek sağlamak için, 1940’lı yıllarda Ziraat, İş ve Merkez Bankası biraraya gelerek yarı resmi Süngercilik Türk A.Ş yi kurmuşlar.
“Hey Bodrum !.. Masmavi gökleri, ışık dolu sokakları, bembeyaz evleri, hurmaları, frenk incirleriyle uzaklarda kalıyordu. Acaba ara sıra çakan kara gözlerle, çiçekli ve rüzgarlı pencerelerle mandalin esintileri ve darbuka sesleriyle süslenen o yurt yollarında sağ salim dönüp bir daha yürüyecekler miydi uzaklaşan denizciler ?
….Denizciler aralarında yüksek sesle konuşurlarken, pruvada oturan dalgıç Kara Yusuf, “Susun!” diye şahadet parmağını dudaklarına götürdü, öteki eliyle gemi pruvasının iskele açığında, dalga üzerinde inip kalkan bir beyaz kuşa işaret etti. Kanatlarının uçları kara, kendi apak büyük bir deniz kuşuydu. Deniz türküsünü işiten Aliş, büsbütün duygulandı. Çocuğun denize ilk çıkışıydı o günkü sefer. Aliş’e Karabatak, “Bu kuşa biz ‘deniz gurbetçisi’ deriz. Karaya yalnız, yumurtlamak için uğrar. Günlük güneşlikte de, fırtınada da, çokluk denizde uyur. Bizdendir haspa. Şimdi yorgundur, uyuyor. Uyurken onu hiç uyandırmayız, rahat etsin diye” dedi. Uyurken başını hep kanadının altına alır. Yüreğinde denizi dinler mi ne? Kayıklar deniz gurbetçisinin yanından hiç çıt etmeden geçtiler…”
Geçenler, kayıklarıyla alacakaranlık sabahında ilerleyen Bodrum’lu süngercilerdi. Doğayla bu kadar barışık, bir o kadar da uyumlu. “Bir zamanları”, sünger’i ve süngercileri, Halikarnas Balıkçısı’nın 1930’lu yıllarına ait bu güzel anlatımıyla başlamak istedik.
Peki nedir sünger ?
Çok Hücreli Yaşam,
Onları daha yakından tanımaya başlamadan önce yeryüzündeki yaşamın insanın kafasında oluşturduğu çok temel bir soru üzerinde bir iki satır düşünelim. Niye çok hücreli bir yaşam? Yeryüzünde hayat tek hücreli canlılar ile devam edemezmiydi? Daha büyük bir vücuda sahip olabilmek için yeryüzündeki yaşamın çok hücreli bir organizasyona yöneldiğini tahmin etmemiz akla oldukça yatkın geliyor. Milyonlarca yıllık bir süre ve asla emin olamayacağımız çok değişik koşullar ilk çok hücrelilerin oluşması için gerekli ortamı sağlamış olmalı. Bundan sonrası için ise mantık yürütmek o kadar zor değil. Belli işleri paylaşan bir topluluk oluşturmuş bu hücreler, şüphesiz büyük bir avantaja sahip olacaklardı ve böylece sayıları da zamanla arttı. Zaten daha büyük bir vücuda sahip olabilmek için bir tek hücrenin büyümesi yeterli değildi, çünkü hücrenin metabolik aktivitelerini yürütebilmesi için gerekli olan yüzey-hacim oranı bu şekilde oldukça bozulmuş oluyordu. Büyük bir vücut için yalnızca tek bir çözüm vardı; çok hücrelilik. Süngerler aslında belirgin bir farklılaşmaya (bizim vücudumuzdaki hücreler gibi) uğramamış hücrelerin bir araya gelmesi ile oluşan bir hücre kütlesi olarak da anlatılabilir. Bu sadece süngerlerin vücut organizasyonunun, evrimin ilerleyen aşamalarındaki diğer hayvanlarla kıyaslandığında ne kadar basit kaldığını anlatmak amacıyla kullanılan süngerler, çok değerli bilgilerin elde edilmesine yardımcı olmuşlardır. Bu deneylerden birinde farklı renklere sahip iki sünger hücrelerine kadar parçalanıp aynı ortam içerisinde karıştırılmışlardır. Belli bir süre sonra her iki süngerin de kendi hücreleri tarafından, tekrar oluşturulduğu gözlemlenmiş! Bu deney, hücre zarında yer alan ve bireye veya türe özgü proteinlerin, hücrelerin akrabalarını tanımalarına yardımcı olduğunun oldukça iyi bir kanıtı olarak kabul edilir.
Süngerler çok hücreli canlıların en basit formlarıdır. Organları, gerçek dokuları, belirli sinir ve duyu hücreleri ile hücre dışı sindirim yapabilecek yapıları yoktur. Bununla beraber bir takım fonksiyonlar için özelleşmiş birkaç farklı hücre tipi barındırırlar. Ergin süngerler hareketsizdirler ve özel hücrelerindeki kamçıların oluşturduğu ufak akıntıların getirdiği planktonlar ve organik parçacıklar ile beslenirler. Birçok sünger çok parlak ve göz alıcı renklere sahiptir. Kırmızı, pembe, mor, sarı ve daha ne muazzam renkler; şüphesiz süngerler renklerini biz insanoğlunu hayran bırakmak amacıyla taşımıyor. Öte yandan bu pigmentasyonun süngerlere ne çeşit bir avantaj sağladığı halen tam olarak anlaşılabilmiş değil.
Oldukça Durgun Bir Yaşam
Süngerler Latince "delik" anlamına gelen "porus" kelimesi ile "taşımak" anlamına gelen "ferre" kelimelerinin birleştirilmesiyle PORIFERA şubesi (Delikliler) olarak adlandırılmışlardır. Fosil kayıtları 600 milyon yıl öncesine kadar uzanmaktadır.
Tüm süngerlerin vücut duvarları, su girişini sağlayan ufak deliklerin (dermal ostia) yanısıra su çıkışını sağlayan bir veya birden çok büyük açıklık (oscula) içerir. Hareketsiz yaşamlarını kendine özgü kanal sistemleri içerisinde taşıdıkları sudaki besin ve oksijen ile devam ettirirler. Artık maddeler de aynı şekilde su yardımı ile su vücuttan uzaklaştırılır. Bu kanallardaki özel hücreler (choanositler) kamçıları yardımıyla ufak akıntılar yaratırlar. Vücutları jelatinimsi bir maktriks içerisine gömülü, kalsiyum ve silika parçaları yada spongin adı verilen kallojen lifleri tarafından sertleştirilen hücrelerden oluşur. Boyları 0.3 ila 30 cm arasında değişen bireysel süngerler genellikle bir vazoyu andırır. Koloni halinde yaşayan süngerler ise birkaç milimetreden iki metreye kadar büyüyebilirler.
Durgun hayvanlar çok az hareket ettikleri veya hareketsiz kaldıkları için bir sinir sistemine veya hareket organlarına ihtiyaç duymazlar. Öyle gözüküyor ki, süngerler en baştan beri bu tip özelleşmiş organlara hiç sahip olmamışlardır. Onlar sadece çok basit, kasılma sağlayıcı sistemlere sahiptirler ve verilen tepkiler lokal tepkilerdir. Hücrelerindeki pigmentler sayesinde çok değişik renkler sergileyen süngerler sudan çıkarıldıklarında hemen solar ve renklerinin canlılığını yitirirler. Görsellerimiz arasında yeralan bazı türlere latince de Aplysina aerophoba denir. ‘aerophoba’ Türkçe karşılığı olarak “havadan korkan” anlamına gelir.Yaşadıkları yere göre oldukça farklı vücut formları sergileyen süngerlerin bazıları dik bir pozisyonda dallanarak veya loblara ayrılarak görülebilirken, kimileri kaya yüzeylerini bir kılıf gibi kaplayabilir yahut kayalara veya kabuklara delikler açabilir.
Su akış hızını düzenlemek, su girişini sağlamak, besin parçalarını yakalamak ve sindirmek gibi farklı görevler üstlenmiş çeşitli hücre tipleri barındıran süngerler, daha gelişmiş hayvanlarda gözlemlenen ve aynı tip hücreler arası koordinasyon ile oluşan doku organizasyonuna sahip değildirler.
Süngere destek sağlayan ve kanalların çökmesini engelleyen iskelet kollojen, silika, spongin veya kristal kalsiyum karbonattan oluşur. Silike veya kalsiyum karbonattan oluşturulan iskelet parçaları türden türe değişik geometriler sergiler.
Bir süngerin tadına bakmak mı?
Deniz ekosistemlerinin yaşayan 5000’den fazla türün yanı sıra 150 kadar su formu barındıran süngerler bireysel vaya koloniler halinde yaşarlar. Genel kanaatin aksine tüm denizlerde ve tüm derinliklerde yaşayabilen süngerlere aşırı tuzlu sularda bile rastlamak mümkün, Larva hali serbestçe yüzme yetisine sahip olan süngerlerin ergin formları bir kayaya, kabuğa, mercana veya suya batmış herhangi bir yüzeye (batıklar gibi) tutunarak yaşamını sürdürür. Bazı dip formları deniz tabanında veya balçıkta bile yaşayabilir.
Süngerler denizler altındaki ortak yaşamın çok çeşitli biçimlerini gözler önüne serer. Bir çok yengeç, deniz tavşanı (nudibranş), deniz yıldızı ve karides süngerler ile kommensal veya parazitik bir yaşam içerisindedirler. Büyük süngerler, özellikle birçok omurgasız tarafından adeta bir apartmanmış gibi kullanılır. Öte yandan yumuşakça üyeleri, gemi midyeleri, mercanlar ve hidroidler üzerlerinde yaşayan sünger türleri görmek de, dünya üzerindeki yaşamın ne kadar çeşitli ilişki türlerine sahne olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. Süngerler birçok avcı tarafından pek de lezzetli bulunmayan bir hayvandır. Bu nedenle bazı yengeçler kamuflaj veya koruma sağlamak amacıyla bir tutam süngeri kabuğuna yerleştirir. Süngerlerin avcıları olarak bir kaç resif balığı gösterilebilir.
Şüphesiz süngerlerin bir grup dünya üzerinde sürdürdükleri başarılı yaşam hikayelerinin ardında yatan gerçeklerden birisi de bu hayvanların oldukça az düşmana sahip olmalarıdır. Detaylı iskelet yapıları ile itici gelen lezzet ve kokuları birçok potansiyel avcının bir sünger yemekle, bir ağız dolusu jelatin içine serpilmiş kıymık yemeyi eş değer tutmasına yol açmış olmalı.
Farklı Kanal Sistemleri
Sünger türlerinin çoğu kanal sistemlerine göre üç temel gruba ayrılırlar. Askonoid, sikonoid ve lökonoid.
Küçük ve tüp şeklindeki askonoid süngerler en basit organizasyon tipini sergilerler. Su dermal deliklerden girerek süngerin içindeki geniş açıklığa dolar ve kamçılı hücreler yardımı ile “oskulum”dan dışarı atılır.
Sikonoid süngerler askonoidlerin biraz daha büyük formları olarak gözükürler. Aynı askonoidler gibi tek bir “oskulum”a ve tüp benzeri bir vücuda sahiptirler. Yalnız suyun girişte izlediği yol biraz daha ayrıntılıdır.
Lökonoid organizasyonu en karmaşık ve büyümeye en uygun sünger yapısıdır. Lökonoidlerin çoğu büyük koloniler oluşturur ve detaylı kanal sistemlerine sahiptirler. Süngerlerin çoğu bir vücut yapısını sergiler. Banyolarımızda kullandığımız süngerler lökonoid yapı sergilerler.
Su Pompaları
Süngerlerin başlıca besin kaynağı su kütlesi içerisinde asılı kalan ve kanal sistemleri ile vücutlarına taşıdıkları parçacıklardır. Çürüyen parçacıklar, planktonik organizmalar ve bakteriler herhangi bir seçime tabi tutulmaksızın tüketilir. Sindirim tamamen hücreler içerisinde gerçekleşir. Suda çözünmüş organik materyal süngerlerin besin kaynağının önemli bir kısmını teşkil eder. Süngerlerin yaşama şekilleri göz önüne alındığında bu canlıların hayatlarının tamamen vücutlarından geçen su akıntılarına bağlı olduğunu görüyoruz. 10 cm boyunda ve 1 cm çapında bir lökonoid sünger günde 20 litreden fazla suyu filtre ederken büyüdükçe bir süngerin günde 1500 litre kadar su pompalaması da bu gerçeği olduğu gibi yansıtıyor.
Üreme Şekilleri
Tüm süngerler hem eşeyli hem de eşeysiz üreme kabiliyetine sahiptirler. Kimi bireyler hem erkek hem de dişi cinsiyeti aynı vücutta taşırken, diğerleri yalnız dişi veya yalnız erkek cinsiyetine sahiptirler. Eşeyli üreme erkek bireylerin hareketli spermlerinin dişinin yumurtasını sünger hücrelerinin bulunduğu jelatinimsi matriks içerisinde döllenmesi sonucu gerçekleşir. Burada gelişerek kamçılı birer larva haline gelen zigotlar, annelerinden ayrılarak su akıntılarına kapılır, bir müddet yüzdükten sonra hayatlarının geri kalan kısmını geçirecekleri sert bir zemin bulup tutunur ve burada gelişimlerini tamamlayıp ergin birer sünger olurlar.
Süngerlerin gevşek ve vücut organizasyonları, yaralanan veya kaybedilen vücut parçalarının reaksiyonu ve aseksüel (eşeysiz) üreme için uygun bir zemin hazırlar. Vücudun dışına bakan yüzeylerinde oluşturulan tomurcukların serbest kalarak başka bireyler meydana getirmesi veya ayrılmadan büyüyerek bir sünger kolonisini oluşturması, süngerlerde eşeysiz üremenin ana hatlarını teşkil eder. Dış tomurcuklara ek olarak, bazı tatlı su süngerleri iç tomurcuklarda oluşturabilirler. Bir kapsül içerisinde depolanan bu inaktif hücreler, kuraklık ve don gibi elverişsiz doğa koşullarında oluşturulur ve uygun şartların geri gelmesi ile birlikte kapsülden dışarı salınarak yeni bireyler meydana getirirler.
Bir Zamanlar Süngerciydik
Günümüzde birçok değişik formu bulunduran altı sünger türü ekonomik değere sahiptir. Bu süngerler sert iskelet elementlerini içermezler. Akdeniz süngerleri en yumuşak ve en kaliteli olanlarıdır. Ve artık nesli tehlike altında olup, avcılığı yasaklanmıştır. Yasaklamada 1985 yılında yaşanan ve “sünger vebası” olarak da adlandırılan hastalığın büyük etkisi olmuştur. Yok olma sınırındaki sünger, beraberinde süngerciliğin de sonunu getirmiştir. Rengarenk tirhandil süngerci teknelerimiz de, ilkbaharın gelişiyle başlayan o tatlı telaş da yoktur artık. Ünlü tarihçi Heredot’un doğum yeri olan ve kitaplarında süngeri ile anlatılan Halikarnassos (Bodrum) bugün Aksona Mehmet gibi son süngercileri bağrına basmaktadır.
Mancorna bir zamanlar sünger avcılarına verilen bir isimdi. İçinde birçok anlam taşır. Aksona Mehmed’in gelmiş geçmiş, yüregi sevgi dolu Mancornalar’a atfettiği mısralarını tüm süngercilerin anısına birlikte paylaşalım istedik.
“Karamanya'nın ve Ege'nin mavi derinliklerinde sarı yosunlarız biz.
Sarı yosunların arasında sarı altına dönüşen siyah incileriz biz.
Sünger gözeneklerinde hayat dolu hücreleriz biz.
Kızgın güneşin altında bir yudum su gibi sevgi dolu yürekleriz biz.
Koylarında, kumsallarında, kaya üstlerinde nice mezarlar bıraktık biz.
Kalendeki burçlarında, köşe taşlarında, tersanelerindeki ırgat diplerinde, tirhandillerin bodoslamalarında silinmez izler bıraktık biz.
Karpas'ta, Silifke bangosunda, Anamur'da, Ege'de acı sularla örselenmiş sevgi dolu yürekler
bıraktık biz.
Yüz yıllar evvelden Oppianuslar'ın, Heredotlar'ın yüreklerinde, Halikarnas Balıkçısı'nın eserlerinde silinmez izler bıraktık biz.
Çanakkale'den, Karpas'a mezar taşları, beyaz köpüklü dalgalar olmuş nice canlar bıraktık biz.
Biz Mancornalar'ız. Mavi derinliklere yüreklerini gömmüş büyük ustalardan süzülerek gelir bilgimiz.
Yüreklerimizin derinliklerinde taht kurmuş, yaşatmaktayız sizleri biz.
Esti yine meltem rüzgarları, doldu yelkenlerimiz.
Adımız Mancorna'dır. Mavi deryaların altında kartal, üstünde kelebekler gibi uçarız biz.”
Selam Olsun…
KAYNAKLAR
1- Jessop N.M.; Zoolog – The Animal Kingdom, McGraw-Hill Inc., 1995
2- Hickman C.P., Roberts L.S.; Animal Diversity, Wm. C Brown Publishers, 1995
3- Microsoft Encarta 95
4- Sualtı Dünyası Ağustos 1996, Özen C. Ceylan T.
5- Deniz Gurbetçileri, Halikarnas Balıkçısı.
6- İstanköyaltı Bodrum, Selçuk Erez