Yazı ve Fotoğraflar:Tahsin CEYLAN
“Ekonomik yönden kalkınmaya çalışırken, ekolojik yönden hızla yoksullaşıyoruz ve ölçümleme ihtiyacı duymadığımız duyarsızlığımızın farkında bile değiliz.
İnsanoğlu artık saniye ölçütleri ile koşuyor, hergün yeni yeni dünya rekorları kırılıyor, ama zamana karşı yarışı her zaman “zaman” kazanıyor. Sona doğru zamanı ölçümlemeye başlamanın anlamı, sona yaklaştığındandır. Ekolojik dengelerimiz ile ilgili feryadımız bundandır. “Denge”den söz etmek bile son derece gülünç kalıyor. Doğaya karşı savaşımız tüm şiddeti ile devam ederken, çevremizdeki her değeri kendimize köle etme anlayışımız sonraki nesillere miras bırakılıyor.
Çevremizdeki canlıları hergün yok ettiğimizi haykırmamız yeterli inandırıcılığa ulaşamıyor. Kendi yaşam döngüsü içine gömülen insanoğlunu hergün alışılagelmiş asgari yaşam üniteleri dışında hiçbir şey ilgilendirimiyor. Hayatı bencilce bir duygudan uzak toplumsal ve evrene karşı sorumluluklarının bilinci ile yaşamaya çalışanlara, yüreği sevgi ile bezenmiş birkaç iyi insan dışında asla destek yok.
Birgün; içinde serinleyebileceğimiz, bakınca diplerinde beslenmeye çalışan balıkları çocuklarımıza gösterebileceğimz bir denizimiz olmayacak, tıpkı Marmara, Karadeniz gibi. Bu iki denizimizin fauna ve florasını oluşturan canlı hayatı insanoğlundan kaçarcasına artık derinliklerde yaşam savaşını sürdürüyor. Birgün biz dalıcılar billur kabarcıklarımızın güneşin pırıltısı ile süzülüp büyüyerek yükselmesini göremeyeceğiz. Çünkü diplerden artık güneşin varlığı bizlere yol göstericilik yapamayacaktır.” Görebileceğiniz, duyabileceğiniz hiçbir kavram size yüreğinizdeki görüntülerin muhteşemliği kadar yakın olamayacaktır.” Artık sadece hissettiklerimizle mutlu olma zorunluluğu ile karşı karşıyayız. Vitrin camlarının ardındaki güllerin kokusunu saklı kalan anlamı ile hergün hatırlamaya çalışalım. Bugün; yanıbaşımızda varolan, hergün dokunabildiğimiz, görebildiğimiz ve yeterince önemsemediğimiz değerlerimiz, onları kaybettiğimizde yüreğimizde buruk bir veda ile devleşeceklerdir. Kalan yaşamımızda ise yapamadıklarımızın acısını her zaman hessedeceğiz.”
Çanakkale Boğazı; geçmişten günümüze aktarılan tarihsel boyutu , savaşları ve efsaneleri ile sürekli görsel yayın organlarımızda yeralmaktadır. Bu kadar çabaya rağmen yeşil boğazın diplerindeki gizem henüz bütünen ögrenilebilinmiş degildir. Doğal denge ise insan teknolojisinin ve buna bağlı olarak insanoğlunun girişimleri sonucu sürekli olarak bozulmaktadır.Tanker faciaları evsel ve diger atıkların denize bırakılması beraberinde birçok çevre sorunları da getirmektedir. Bu nedenle bölge habitataındaki canlı türlerinin tesbiti ayrı bir önem kazanmaktadır. Biz bu sayımızda Boğazın daha çok ekolojık ve jeomorfolojik yapısına bir kesitle yaklaşmak istiyoruz. Zira Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin tek geçiş noktası olması nedeniyle Uluslararası deniz trafiğinin en yoğun noktalarından biri olma özelligine sahiptir. Uluslararası deniz trafiginin yoğunluğu beraberinde, bölgenin dip fauna ve florasını etkilemektedir.İndo-Pasifik yada Atlantik kökenli birçok canlı türü bölge habitatına uyum sağlamıştır.
Çanakkale Boğazı bir anlamda Karadeniz’i Ege Denizi’ne bağlayan önemli bir geçit. Kum burnundan Çardak Feneri’ne kadar uzunluğu yaklaşık 94 km.dir. En dar yeri 1.2 km. İle Kilitbahir-Çanakkale arasıdır. Boğaz girintili-çıkıntılı birçok kıyı oklarından oluşur. Nara Burnu ve Çardak çevresinde görülen kıyı okları akıntı yüzünden fazla ilerleyememiş, ama kıyılarda küçük yaylar çizerek kumsallar oluşturmuştur. Boğazın kuzey ve orta kesimlerinde kıyının darlaşması akıntının yön değiştirmesine neden olur; böylece denize doğru uzanan ve uzaktan zor seçilen kıyı okları oluşmuştur. Kıyı okları sisli havalarda gemiler için büyük tehlikeler oluşturur. 1953 yılında Nara Burnu’nda Deniz Kuuvvetleri’ne ait Dumlupınar Denizaltısı ile İsveç bandıralı Naboland gemisinin çarpışması sonucunda 88 denizci yaşamını yitirmiştir.
Boğazda derinlik Nara Burnu’nun kuzeyinde 102 mt.yi, Çanakkale-Kilitbahir arasında ise 109 mt.yi bulur. Boğazın dar olduğu yerlerdeki güçlü akıntıların dip birikimine imkan vermemesi sonucu bu derinlikler oluşmuştur. Çanakkale Boğazı da İstanbul Boğazı gibi, derin kesimleri deniz suları altında kalmış eski bir akarsu vadisidir. Boğaz vadisi, bu yüzey üstüne kurulmuş, daha sonra yükselen aşınım yüzeyi içine kolları ile birlikte gömülerek bugünkü şeklini almıştır.
Boğazın kuzey ağzı ile, Ege ağzı arasında yaklaşık 20 cm. deniz düzeyi farkı bulunmaktadır. İstanbul Boğazında olduğu gibi Çanakkale Boğazında da üst ve alt akıntı olmak üzere iki akıntı sistemi mevcuttur. Karadeniz’den gelen ve yaklaşık binde 16-17 tuzluluğa sahip olan su, İstanbul Boğazı’ndan geçerek Marmara’ya girer. Bu akıntı sularının tuzluluk oranı Marmara Denizi’nde yaklaşık binde 22-25’e ulaşır, yoğunluğu ise 1.0175 dolayındadır. Su sıcaklığı mevsimlere göre değişir; kışın 8-10°C, yazın 20-22°C’dir. Gelen su miktarı güneybatı (lodos) ve kuzeydoğu (Poyraz) rüzgarları, baharda karların erimesi ile ortaya çıkan su fazlası ve Karadeniz’de, Akdeniz ve Ege’ye oranla daha az buharlaşma olmasının da etkisiyle farklılık göstermektedir. Bu sular Marmara Denizi’ni geçerek Çanakkale Boğazı’na yaklaşık 25-30 mt. Kalınlığında üst akıntı biçiminde ulaşır. Hızı saniyede yaklaşık 1.5 mt. Ege’ye akıttığı su miktarı yaklaşık 12.600 m3/sn.dir. Üst akıntının kenarlarında kıyı şeridinin etken olduğu bazı ters akıntılar oluşur. 25-30 mt.den sonraki derinliklerde yoğunluğu 1.0295, sıcaklığı ise 14-16°C gibi sabit bir değerde olan daha tuzlu Ege suyu bulunur. Tuzluluk oranı yaklaşık binde 39 olan bu sular saniyede 0.5 mt. Hızla Marmara Denizi’ne geçer ve Çanakkale Boğazı’nın alt akıntısını oluşturur.
Üst ve alt akıntıların suları oksijen ve organik madde açısından zengindir. O2 değeri 5-6 cm3/lt.dir. Ancak Gemlik ve İzmit Körfezindeki kanalizasyon ve sanayi artıkları yoğun bir deniz kirlenmesi yaratmakta, bunun sonucundaki O2 azalması, önceden daha çok olan balık türlerinin ve miktarının azalmasına yolaçmıştır.
Gerek boğaz ve gerekse Kuzey Ege, denilebilirki sürekli güçlü akıntı sistemlerine ev sahipligi yapmaktadır. Boğazın ekosistemi bizce süreki incelenmeye ve gözlemlenmeye deger bir konu. Bu nedenle özellikle boğaz dalışlarında uzman ekip ve uygun ekipmanla dalmak esastır.SUALTI DÜNYASI DERGİSİ ekibi olarak bu kez yine boğazın diplerindeki gizemi araştırmaya gidiyoruz.Bölgede uzun yıllardır dalış eğitmenligi yapan ve halende sürdüren dergimiz Çanakkale temsilcisi Mehmet Günaydın ile yoğun telefon trafigimizin ardından Orhan Varan ve asistanımız Hakan ile birlikte Çanakkaledeyiz. Ankara’da yaptığım proğram geregi bütün günümü denizde vede boğazın yeşil akıntılı sulları içinde geçirmeye kararlıyım.İlk dalış durağımız kıyıya yakın bir noktada bukunan 1.Dünya Savaşı batıklarından bir Alman torpidobotu. Bu ilk sığ su ve akıntı dalışı bir anlamda boğaz ekolojisi ile yeniden kucaklaşmamıza olanak sağlıyor. Besleyici elementlerin yoğunluğu insanoğlunun tüm çevre tahribatına rağmen bölgede denizel canlı istihdamını ve tür çeşitliligini sürekli artırmaktadır. Balık türlerindeki azalışa karşın anemon, midye, deniz salyangozu,deniz yıldızı türlerinde ciddi bir artış gözlemliyoruz.Yoğun Uluslararası deniz trafigi nedeniyle denizaşırı birçok geminin seyir için bölgeyi kullanması sonucu göçmen bir çok canlı türünün bölge habitatında yerleşim imkanı bulduğu kanısındayız. Kıyı habitatındaki tür çeşitliligi bir sualtı fotoğrafçısına macro, geniş açı dahil bir çok çekim avantajı sağlamaktadır.Bütün sorun şiddetli akıntıya karşı tutunabilmekte. Boğaztaki seyir trafigi kıyıdan açığa doğru yaklaşık 150 metre mesafelerde konuşlandırılmış şamandıralarla belirlenmiştir.M.Günaydın’la yaptığımız plan geregi dalış merkezinin karşısına denk gelen bir şamandıranın altına dalış planlıyoruz.Boğaz Komutanlığı tarafından şamandıranın yeri degiştirilmiş olduğundan dip derinligini önceden net olarak bilemiyoruz. Kürek ve buna bağlı kol gücüne dayalı kayığımızla Cem ve Deniz’in akıntıya karşı üstün gayretleri sonucu şamandıraya varıyoruz.İki kalın zincir ile dibe bağlanan şamandıranın ilk 30 metresi yoğun olarak midyelere ev sahipligi yapıyor. Öyleki midyelerden dolayı tutunmak bile güçleşiyor.Şiddetli üst akıntıdan dolayı şamandıraya sıkı sıkıya tutunarak hatta kucaklıyarak inmek durumundayız.30 metrenin altında ise bir tane bile midyeye rastlamak mümkün degil.Zincirin halkalarına net olarak tutunabiliyorsunuz. 30 metreye vardığımızda 1.5 mt/sn.şiddetindeki üst akıntı yerini 0.5 mt/sn şiddetindeki alt akıntıya bırakıyor. 30 metrenin altına inmeye başladığınızda gün ışığının etkisi tedricen azalıyor ve kapkaranlık diplere doğru süzülüyorsunuz.Bilinmeyene yolculuk beraberinde heyecan ve mutluluk yaşatıyor sizlere.35 metreden itibaren su ortamı farklılaşıyor.Soğuk su tabakası beraberinde sizlere karanlıkta olsa net bir görüş alanı sunuyor.Dibe vardığımızda derinlik 45 metre.Sınırlı zaman içinde tesbit ve görüntüleme çalışmalarına başlıyoruz.Daha öncede belirledigimiz üzere bir çok endemik canlı türü habitat olarak boğazın bu soğuk sullarını kullanıyor. Bu derinliklerde görüntülemeye çalıştığımız canlı türleri ise Pennatulacca takımına ait yumuşak mercan türleri,Crınoıd ve tunikatler öncelige sahip. Boğaz seyir trafiginin uğultusunu tüm şiddeti ile hissediyorsunuz. Planladığımız 15 dakikalık dip zamanı içinde arayışlarımıza başlıyoruz. Görüntülemeye çalıştığımız türlerle tekrar karşılaşmak çok güzel bir duygu. Gerekli çalışmalarımıza müteakip çıkışa hazırlanıyoruz.Dipten bir an yukarıya bakmak ise müthiş bir duygu veriyor insana.Akıntılı sullara doğru yavaş yavaş çıkışa geçiyoruz.Akıntı ve trafik nedeniyle boğaz dalışlarında güvenlik çok önemli.Bölgede yapılacak dalışlarda buna mutlak olarak uyulması gerekl. Zira hatanın telafisi mümkün degil.Büyük montanlı gemilerin sizleri farkedebilmeleri mümkün degil. Akıntı sistemi ile birlikte Zooplankton ile beslenen anemon populasyonun bölgedeki yoğunluğu biz fotoğrafçılara görsel bir şölen teşkil ediyor.İlkgün sonraki dalışımızı yine boğaz canlı türlerinin araştırmaları ile geçiriyoruz ve akabinde mitolojik bir sefere çıkıyoruz.
İDA dağı ve Troya uygarlıkları bölgenin mitolojik zenginligi açısından oldukça önemli bir degerlilige sahiptirler. Dergimizin Ekim 1996 tarihli sayısında bu konulara ayrıntılı olarak yer vermiştik.Bu seferki durağımız ise mitolojik bir göl Çanakkale’ye yaklaşık 35 km.mesafede yeralan Kemerdere Köyü yakınlarındaki Sarnıçlı Göl. Köye kadar araba ile gitmemize müteakip, tüm ekipmanları taşıyarak dik bir yamaçtan göle doğru iniyoruz.Dere yatağında bulunan göl, muhteşem bir görsellige sahip.Tam üzerinde bulunan tarihi su kemeri Troyalıların bu bölgeden şehre su götürdüklerini göstermektedir.Rivayete göre Büyük iskender Perslerle yaptığı Pelepones savaşlarından sonra askerleri ile birlikte bu gölde dinlenmiş ve göl suyunun şifalı olduğu bölgede efsaneleşmiştir.Şifalı suyu test etmek bizler için ideal bir fırsat.Göldeki mini dalışta,tatlı su sazanı, kefal, tatlı su barbunu, kaplumbağa v.b. türlere rastlıyoruz. Üstten akan suyun yaptığı masaj yorgunluğumuzu alırken gölün yeterince şifalı olduğuna inanıyoruz.
İkinci gün dalışlarımıza yine boğazda devam ediyoruz.
Çanakkaleli gençlerin dalışın turizm boyutu ile ilgilenmeleri ise çok güzel.Boğazın sert ve hırçın sullarından edindikleri tecrübelerini paylaşma gerkliligine inanıyorlar.Tarihin karanlık sullarına macera dolu dalış isteyenlerin Çanakkaleye uğramaları şart.Çanakkale Sualtı Cankurtarma ve İhtisas Kulubünün tecrübeli eğitmeni yakın dostum ve arkadaşım Mehmet Günaydın ile özverili yardımcıları Ergün Deniz, Cem ve Volkan’a buradan teşekkür ediyorum. Gelecege beraber bir ışık tutmamıza katkı sağladıkları için.
Gümüş balıkları ekosisteme en çok uyum sağlayan ve gelişme gösteren balık türleri olarak dikkat çekiyorlar.